Pc Oyun, Online Oyunlar.Webmaster
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Pc Oyun, Online Oyunlar.Webmaster

Herkesin paylasim yapabileceği dosluk ve arkadaslık sitesidir.
 
Giriş yapKayıt OlAnasayfaKapıLatest images

 

 Sultana Özür Sultanın Cevabı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
MequLa




Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 05/08/09

Sultana Özür Sultanın Cevabı Empty
MesajKonu: Sultana Özür Sultanın Cevabı   Sultana Özür Sultanın Cevabı Icon_minitimeÇarş. Ağus. 05, 2009 11:43 am

Sultana Özür Sultanın Cevabı
Bir kapı vardı bir yüzü aydınlık diğer yüzü karanlıktı. Bir kapı vardı bir yüzü ümit diğer yüzü acıydı. Bir kapı vardı bir yüzü mutluluk diğer yüzü ağıttı. Bir kapı vardı o kapının bir yazgısı vardı. O yazgıyı kimse okuyamazdı. Bir kapı vardı o kapının önünde bekleyen birde elçi vardı sultanın gönlünde köle olmak isteyen. Bir kapı vardı o kapının ardında tüm güzellerden daha güzel ama korkularıyla bekleyen bir sultan vardı. Sultanın elçisi sultanına aşıktı ve onun kapısına gelmiş o kapının açılmasını beklemekteydi. Beklerken elçinin gönlü titremekteydi. Elçi kapının önünde sessizce bekliyordu. O bekleyişte her şey susmuş, her nesne durmuştu. Esen rüzgar durmuş, zaman durmuş, yanan mumlar susmuş, hayat susmuştu. Sultanın gönlü ağlıyordu, hiç ağlamayan gönül ilk defa ağlıyordu ve sultan susuyordu. Elçi kapının önünde hala bekliyordu, kovulana kadarda gitmeyi düşünmüyordu. Kapının ardında sevdiği vardığı. Kapının ardında, gönlü gül yüzünden daha güzel olan bir dünya güzeli vardı. Kapının ardında susan bir sultan vardı. Elçinin tek duası kapının açılmasıydı. Kapı o gün sanki duvardı. Kapı o gün hiç açılmadı. İçerden bir cevap bekleyen elçi bu sessizlikte aslında cevabını almıştı. Kapı açılmadı elçi ayağa kalktı. Kapı açılmadı elçi için gitme zamanıydı. Kapı açılmadı elçi giderken ardına bakamadı. Elçi giderken ardında açılmayan bir kapı bıraktı o kapının ardında da sultanı vardı, sultanında da gönlünü vardı ama onu alamadı. Elçi gönlünü sultana bıraktı , yarım kaldı. Elçinin hayalleri , umutları , duaları yarım kalmıştı kendi tam kalsa ne olacaktı. Elçi yarım kalabilmek için gönlünü sultana bıraktı ve yarım kaldı. Elçi o gönlü artık taşıyamazdı, o gönül kendinde fazlaydı, o gönülde çok acı vardı taşıyacak gücü kalmamıştı, o gönlün esas sahibi sultandı ve elçi emanetini gerçek sahibine baraktı, yarım kaldı. Elçi bilinmeyen bir uzaktaydı ve yarımdı. Elçi uzaklara giderken ardında yarım kalan sevgisinden başka hiçbir şey bırakmamıştı. Ne bırakacak bir şeyi vardı ne bırakacak biri kalmıştı ardında. Elçinin bu dünyada sahip olduğu tek varlığı gönlüydü o da sultanda kalmıştı, elçi şimdi yapayalnızdı, elçi şimdi yarımdı.
Kapkara gecelerde, buz gibi dağlarda gezen simsiyah bir at ardında da iki adam vardı. O iki adamın takip ettiği at sahibini aramaktaydı. Atın ardındaki adamların gözlerindeki merak da o atın sahibini sormaktaydı. O at ki simsiyahtı, gözlerinin beyazlığı olmasa bu karanlık gecede onu gören olmazdı. O at ki bir koşsa ona yetişen bulunamazdı. O at ki sahibinden başkasını yanına yaklaştırmazdı. O at şimdi kapkara gecelerde buz gibi dağlarda günlerdir sahibini aramaktaydı…
Güneşin batması lazımdı ama batmıyordu. Pencerenin kenarında oturan sultandan uzağa gitmek istemiyordu. Rüzgar çağırıldığı her daveti ret etmiş sultanın penceresinin önünde nöbet tutuyordu. Bembeyaz oda sultan için susuyordu. Oda kadar beyaz olan kedide lal olmuştu sultanın güzelliği karşısında. Odadaki gül yaprakları sultan için kokuyordu. Odadaki mumlar sultan için yanıyordu. Sabırsızlıkla akşamın olmasını bekleyen yatak sultanın o gün uyumamasından korkuyordu. Sultanın gönlü ağlıyordu ve sultan susuyordu. Sultanın kapısı çalınmıştı hiç beklemediği bir anda. Sultanın kapısını çalan elçinin aşkıydı. Ve sultan aşktan korkuyordu. Oda aşık olmak istiyordu, gönlüde titriyordu ama korkuları bu aşka cevap veremiyordu. Sultan susuyordu. Herkes merakla sultandan cevap beklerken sultan susuyordu. Bu suskunluğu en çok elçi duyuyordu. Bu suskunluğu duyan elçi artık kapının önünde durmuyordu. Elçi gönlünü bırakıp uzaklara gidiyordu. Kapının önünde artık elçi değil gönlü duruyordu. Kapı buz gibi bekliyordu. En büyük acıyı o çekiyordu. Bir yanı yanarken diğer yanı buz tutuyordu. Açılmak için sultanın bakışını bekliyordu. Açılmak için yapılan duaları duyuyordu. Ama açılmıyordu çünkü sultan korktuğu için susuyordu. Sultan kapısını çalan aşkın geldiği gibi gitmesinden korkuyordu. Başlayacağı aşkın bir gün bitmesinden korkuyordu. Açacağı kapının bir gün kapanmasından korkuyordu. Bu korkuları sultanın diline mühür vuruyordu. Şimdi kapı ağlıyordu. Ağlayan kapının ardında susan bir sultan vardı. Sultanın aşık olmak isteyen bir gönlü vardı. Gönlüne dur diyen korkuları vardı. Sultan korkularından kurtulamadığı için yazgısına yalnızlığı yazdı. Yalnızlık sultanın yazgısına yazıldı, kapı açılmadı. Kapı duvardı. O kapı aşka kapalıydı. Sultanın yazgısında yalnızlık vardı. Sultan kapısını sonsuza kadar kapattı. O kapıyı aç diyen gönlüne yazgısını hatırlattı. O gönül yazgıda yazılı yalnızlığa ağladı. Sultan uzaklara baktı, Gönül ağladı, yazgıda yalnızlık vardı, kapı açılmadı,o kapı artık sonsuza kadar duvardı…
Kapkara gecelerde, buz gibi dağlarda gezen simsiyah bir at ardında da iki adam vardı. O iki adamın takip ettiği at sahibini aramaktaydı. Atın ardındaki adamların gözlerindeki merak da o atın sahibini sormaktaydı. O at ki simsiyahtı, gözlerinin beyazlığı olmasa bu karanlık gecede onu gören olmazdı. O at ki bir koşsa ona yetişen bulunamazdı. O at ki sahibinden başkasını yanına yaklaştırmazdı. O at şimdi kapkara gecelerde buz gibi dağlarda günlerdir sahibini aramaktaydı…


Güneş doğmalıydı ama doğamamıştı. Uyuyan sultanı uyandıramamıştı. O gün geçen günlerden çok farklıydı. Tüm güzelliğiyle sultan uyurken , bembeyaz odası siyaha boyanmıştı. Odadaki mumlar alevini saklamıştı. Odadaki çiçekler çoktan solmuştu. Odadaki perde sultan dışarıya bakmasın diye pencereyi kaplamıştı. Odadaki saat sultan uyanmasın diye yerinde saymıştı. Ama sultan uyanmalıydı. O gün tüm günlerden farklıydı, sultanın ülkesindeki herkes çok korkmaktaydı. Sultanı vezirleri uyandırdı. Vezirlerinde gözlerinde korku vardı. Sultanın merakını bir vezir perdeyi aralayarak gidermeye çalıştı. Dışarıya bakan sultan şaşkındı. Yüreğinin yandığını anladı. Ne yapacağını şaşırdı. Oda kadar dışarıda karanlıktı. Güneş çoktan doğmalıydı ama doğamamıştı o güzel ülkeyi kapkara bulutlar kaplamıştı. Kara bulutlardan göz gözü görmüyordu. Her yer karanlıkta kalmıştı. O bulutlar yalnızlığın bulutlarıydı ve bir adak istiyordu. Yalnızlığa adanacak bir kan istiyordu. Vezirlerden biri, “bir adak adanmaz bir kan akmazsa bu bulutlar gitmez” diyordu. Kara bulutların içinden dev gibi bir cellat indi. Elindeki baltayla pencerenin önündeki bahçede beklemeye başladı. Yalnızlığa adayacağınız birinin kanını bu topraklara dökmeden ne ben giderim bu diyardan nede bulutlar diyordu. Cellat bekliyordu kimse gitmeye cesaret edemiyordu. Sultan ülkesi için gitmek istedi. Zaten yazgımda yalnızlık var ben gideyim dedi cellat kabul etmedi. Adağı sen adayacaksın bulutların gitmesi için. Hem adayan hem adanan olamazsın. Başka birini yollamalısın dedi. Sultan kimi yollayacağını bilemedi. Kimseyi gönderemedi. Vezirler belki bir gönüllü çıkar diye bekledi. Ama kimse cesaret edemedi. Ülkenin dört bir yanına haber yollandı, ülke için bir adak arandı kimse yaklaşmadı. Gelen birkaç kişi koca celladı görünce geri kaçtı. Kara bulutlar daha da çoğaldı. Koca ülkede bir tek gönüllü bulunamadı. Hiç kimse yalnızlığı yazgısına yazmak istemedi. Hiç kimse yalnızlığa mahkum gitmeye cesaret edemedi. Sultanın gönlü titredi, vezirler bekledi, kimse gelmedi, bulutlar gitmedi, şimdi herkes korkuyla beklemekteydi…
Kapkara gecelerde, buz gibi dağlarda gezen simsiyah bir at ardında da iki adam vardı. O iki adamın takip ettiği at sahibini aramaktaydı. Atın ardındaki adamların gözlerindeki merak da o atın sahibini sormaktaydı. O at ki simsiyahtı, gözlerinin beyazlığı olmasa bu karanlık gecede onu gören olmazdı. O at ki bir koşsa ona yetişen bulunamazdı. O at ki sahibinden başkasını yanına yaklaştırmazdı. O at şimdi kapkara gecelerde buz gibi dağlarda günlerdir sahibini aramaktaydı…
Uzun bekleyiş bir türlü bitmiyordu. Sultanın güzel gönlü kimseyi adak vermek istemiyordu. Bir adak gelmeden bulutlar gitmiyordu. Halk korkudan titriyordu kimse celladın karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu. Sultan ağlıyordu, göz yaşlarını herkesten saklıyordu. Hiç kan akmamıştı bu topraklarda, şimdi bu topraklar kana açtı. Vezirler sultanın dudağından çıkacak ismi bekliyordu merakla ama sultanın dudakları mühürlüydü kimseyi diyemiyordu. Vezirler o dudaklardan hiç isim çıkmayacağını anlamışlardı. Sultan birine baksa onu göndereceklerdi adak olarak. İki dudağının arasındaki can gözlerinin ucuna gelmişti, sultanın. Sultanın gözleri uzaktaydı. Sultanın ne gözleri nede gönlü hiçbir cana kıyamadı, kimseyi adak olarak yollayamadı. Kara bulutlar kıpırdamadı. Vezirler ülkenin dört bir yanına sultanı seven biri varsa adak olsun diye haber yolladı. Gelen olmadı. Vezirler bir iki kişiye sen adak git dedi, kimse kabul etmedi. Kimse adak olmaya cesaret edemedi. Kimse sultanı canından çok sevememişti. Kimse adak gitmek istemedi. Ama o adak adanmalıydı. O gün kan akmalıydı. O gün ağıtlar yakılmalıydı yoksa o bulutlar kalkmayacaktı. Birden kapı çalındı. Aralanan kapının ardında elçi vardı. Elçiyi sultandan habersiz bir vezir çağırmıştı. O vezir elçinin sultanı canından çok sevdiğini bilirdi. Tek çare elçiyi adak göndermekti. Zaten kimsesi yoktu, zaten onunda yazgısında yalnızlık vardı. O sultanı kırmazdı. Sultanı canından çok sevmese kovulduğu kapıya bir çarıyla koşup gelmezdi. Elçi gelmişti. Olanlardan habersizdi. Yüzündeki ifade farklı bir nedenle çağırıldığını tahmin etmiş olduğunu ele vermekteydi. Elçi büyük bir umutla gelmişti. Elçi büyük bir sevinçle gelmişti. Sultan çağırıyor dediklerinde hayaller kurup da gelmişti. Hayallerinin boş olduğunu kapının önünde atılı olan gönlünü gördüğünde anladı. Gönlü hala kapının önünde ağlamaktaydı. Elçi ağlayan gönlünü yine almadı. Sultan elçiye bakamadı, elçide sultana. Bakışlar sanki haramdı. Elçiyi çağıran vezir hiç bakışmayacaklarını anladı. Ve sultanın konuşmayacağının da farkındaydı. Vezir bildiği tek çare olduğu için, ülkesi için, bulutların gitmesi için elçiye, sultan senin adak olmanı istiyor dedi sultandan habersiz. Elçi bir vezire baktı, bir bulutlara baktı, bir cellada baktı, birde kapının önündeki gönlüne baktı bir tek sultana bakamadı. Elçi vezirin gözlerindeki yalanı gördü, kara bulutları gördü, dev celladı gördü, ağlayan gönlünü de gördü bir tek sultanın göz yaşlarını göremedi. Sultanın mühürlü dilleri yine açılmadı. Ölüme giden elçiye dur diyemedi. Sultanın suskunluğu elçi için ölüm fermanıydı. Elçi kara bulutların altında ölüme giderken gözünü hiç kırpmadı. Sultan giden elçinin ardından ağladı. Sultanın yüreği hiç bu kadar yanmamıştı. Sultanın gözleri elçinin ardında kaldı. Sözleri tutuklu kaldı. Gönlü yaralandı. Sultanın kulaklarında, elçinin ölüme giderken söylediği son cümleler vardı.
Adımı aşka yazmışlar,
Aşkı da kör bir kuyuya atmışlar,
Aşkı bana yasaklamışlar,
Bu canı yalnızlığa adamışlar…….





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
MequLa




Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 05/08/09

Sultana Özür Sultanın Cevabı Empty
MesajKonu: Geri: Sultana Özür Sultanın Cevabı   Sultana Özür Sultanın Cevabı Icon_minitimeÇarş. Ağus. 05, 2009 11:44 am

Nasıl ama cevap bekliyorum..!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sultana Özür Sultanın Cevabı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Pc Oyun, Online Oyunlar.Webmaster :: Her Telden Mizah Eğlence :: Efsaneler Garip Olaylar-
Buraya geçin: